KURULUŞ KONGRESİ AÇIŞ KONUŞMASI (1919)
LENİN
Rus Komünist Partisi Merkez Komitesi adına Komünist Enternasyonal'in Birinci Kongresini açıyorum. Her şeyden önce, burada hazır bulunan herkesi, III. Enternasyonal'in en değerli delegeleri Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg'un anısına saygı duruşuna çağırıyorum.
Yoldaşlar! Toplantımız çok büyük bir tarihi önem taşıyor. Toplantımız burjuva demokrasisinin tüm hayallerinin toptan çökmüş bulunduğunu ortaya koymakta. Çünkü sadece Rusya'da değil, Almanya gibi en ileri kapitalist ülkelerde de iç savaş bir gerçeklik haline gelmiştir artık.
Burjuvazi, proletaryanın büyüyen devrimci hareketi karşısında cehennem korkusu içinde. Emperyalist savaştan sonraki gelişmelerin kaçınılmaz olarak proletaryanın devrimci hareketini yükselttiği, uluslararası dünya devriminin başladığı ve bütün ülkelerde güçlendiği düşünülürse, bu korkunun nedenleri anlaşılabilir.
Halk şu anda sürüp gitmekte olan kavganın büyüklüğünün ve öneminin bilincinde. Artık sadece, proletaryaya iktidarını gerçekleştirme olanağı verecek pratik bir biçimin bulunması gerekiyor. Bu biçim, proletarya diktatörlüğünü içeren Sovyetler sistemidir. Proletarya diktatörlüğüdür! Bu, şimdiye kadar kitlelere Latince bir sözmüş gibi geliyordu. Sovyetler sisteminin bütün dünyaya yayılışı sayesinde bu Latince söz, bütün modern dillere çevrilmiş bulunuyor; diktatörlüğün pratik biçimi işçi kitleleri tarafından bulundu. Bu biçim, Rusya'daki Sovyetler iktidarı, Almanya'daki Spartakistler ve başka ülkelerdeki benzer örgütler, örneğin İngiltere’deki Shop Stewards Committees (Fabrika Delegeleri Komiteleri -ç) sayesinde, geniş işçi kitlelerince anlaşılır olmuştur. Her şey kanıtlıyor ki, proletarya diktatörlüğünün devrimci biçimi bulunmuştur, artık proletarya, kendi iktidarını hayata geçirecek durumdadır.
Yoldaşlar! Rusya'daki olaylardan, Almanya'daki Ocak mücadelelerinden sonra, proletarya hareketinin en yeni biçiminin öteki ülkelerde de başarı kazanıyor ve iktidara ulaşıyor olmasına dikkat etmenin özellikle önemli olduğuna inanıyorum. Örneğin, bugün bir anti-sosyalist gazetede çıkan bir telgraf haberini okudum. İngiliz hükümeti, Birmingham İşçi Temsilcileri Sovyet’ini tanımış. Ve Sovyetleri ekonomik örgütlenme biçimi olarak tanımaya hazır olduğunu belirtmiş. Sovyetler sistemi, sadece geri kalmış Rusya'da değil, Avrupa'nın en gelişmiş ülkelerinde de, Almanya'da ve kapitalizmin ilk vatanı İngiltere'de zafere ulaştı.
Burjuvazi isterse öfkesinden kudursun, isterse binlerce işçiyi katletsin, zafer bizimdir, komünist dünya devriminin zaferi kesinleşmiştir.
Yoldaşlar! Sizleri Rus Komünist Partisi Merkez Komitesi adına yürekten selamlıyor ve Prezidyum seçimine geçilmesini öneriyorum. Önerilerinizi bekliyorum.
KOMÜNİST ENTERNASYONAL MANİFESTOSU
Dünya Komünist Partisinin, proletarya devriminin en büyük ustaları Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından kaleme alınan Manifesto biçimindeki programının ilanından bu yana 72 yıl geçmiş bulunuyor. O zamanlar, henüz mücadele alanına yeni yeni çıkan komünizm, haklı olarak komünizmin kendilerinin can düşmanı olduğunu sezinleyen mülk sahibi sınıfların kara çalmaları, yalanları, kinleri ve kovuşturmaları ile kuşatılmıştı. Bu 70 yıl boyunca komünizm, zorlu yollardan geçerek gelişti. Yükselme atılımları da yaşadı, çöküş dönemleri de, zaferler de gördü, ağır yenilgiler de. Esasen, yine de gelişim, temelde, Manifesto'da öngörülen yol doğrultusunda gerçekleşti. Belirleyici son çarpışmanın geçeceği çağa, toplumsal devrim havarilerinin beklediğinden ve dilediğinden daha geç girildi. Bizler, Avrupa'nın, Amerika'nın va Asya'nın çeşitli ülkelerinin devrimci proletaryasının temsilcileri, Sovyet Moskova'sında toplanmış bulunan komünistler, kendimizi, programı 72 yıl önce ilan edilmiş davanın izleyicileri ve uygulayıcıları olarak görüyor ve kabul ediyoruz. Görevimiz, işçi sınıfının devrimci tecrübesini toparlamak, hareketi oportünizmin ve sosyal yurtseverliğin yıkıcı müdahalelerinden uzak tutmak, dünya proletaryasının gerçekten devrimci bütün partilerinin gücünü bir araya toplamak ve böylece komünist devrimin zaferini kolaylaştırmak ve hızlandırmaktır.
Şimdi enkaz yığınları ve duman tüten yıkıntılarla kaplı Avrupa'da en melun kundakçılar savaş suçluları aramakla uğraşıyorlar. Arkalarında burjuvazinin profesörleri, parlamenterleri, gazetecileri, sosyal yurtseverleri ve öteki siyaset pezevenkleri var.
Uzun yıllar boyunca sosyalizm, emperyalist savaşın kaçınılmazlığını söyleye-gelmişti, savaşın iki ana kamptaki ve genel olarak bütün kapitalist ülkelerdeki mülk sahibi sınıfların doymak bilmez açgözlülüğünden doğduğunu saptamıştı. Savaşın patlak vermesinden iki yıl önce Basel Kongresi'ne katılan tüm ülkelerin sorumlu sosyalist önderleri emperyalizmi, muhtemel bir savaşın baş müsebbibi olarak damgalamış ve proletaryanın burjuvaziyi -militarizm suçuna misilleme olarak- sosyalist devrimle cezalandıracağını söylemişti. Şimdi, 5 yılın deneylerinden sonra, tarih Almanya'nın haydutça tutkularını, ittifak devletlerinin ondan hiç de geri kalmayan canice eylemlerini ortaya çıkarttıktan sonra, ittifak devletlerinin devletçi sosyalistleri devrik Alman imparatorunun maskesini tekrar tekrar düşürmek için hükümetleriyle yaptıkları işbirliğini sürdürüyorlar. Bunun da ötesinde, Ağustos 1914'te Hohenzollern'in diplomatik Beyaz Kitabını halkların kutsal kitabı ilan eden Alman sosyal yurtseverleri, daha önce kölece uşaklık ettikleri devrik Alman Monarşisini baş suçlu göstermek konusunda tam bir işgüzarlıkla, Müttefik ülkelerin sosyalistleriyle birlikte davranıyorlar. Böylelikle kendi suçlarını unutturmayı ve galiplerin dostluğunu kazanmayı umuyorlar. Ancak devrik Romanov, Hohenzollern ve Habsburg hanedanları ile bu ülkelerin kapitalist kliklerinin yanmasında, Fransa, İngiltere, İtalya ve ABD'de yönetimi elinde bulunduranların sonsuz alçaklıkları da art arda gelişen olayların ve diplomatik açıklamaların ışığında ortaya çıkıyor.
İngiliz diplomasisi, yüzündeki esrarlı umursamazlık maskesinden yararlanarak, savaş kışkırtıcılığını savaşın patladığı ana kadar gizledi. City hükümeti, Berlin hükümetinin gözünü korkutarak savaştan caymasına yol açmamak amacıyla, savaşa Müttefikler safında katılma niyetini açıkça ilan etmekten kaçınıyordu. Londra savaşı istiyordu. Bu amaçla öyle bir tutum içersine girildi ki, bir yanda Paris ve Petrograd'dakiler İngiltere'nin müdahalesine sıkı sıkıya bel bağlarken, öte yanda Berlin ve Viyana, İngiltere'nin tarafsız kalacağını umuyorlardı.
On yıllar boyunca süren bir gelişme sonucu patlamaya hazır duruma gelmiş olan savaş, Büyük Britanya'nın dolaysız ve bilinçli kışkırtmalarıyla zincirlerinden boşandı. İngiliz hükümeti, Rusya ve Fransa'yı ancak düşmanlarının gücünü kıracak kadar, Almanya'yı da can düşmanlarını felce uğratacak kadar desteklemeyi hesaplıyordu. Ama Alman askeri aygıtı fazla güçlü olduğunu ortaya koyacak, İngiltere’nin sadece lafta kalan bir müdahalesinin yetmeyeceğini gösterecek ve fiilen savaşa katılmasını gerektirecekti. Eski geleneğinin etkisiyle Büyük Britanya'nın kapmak istediği üçüncü şahıs rolü ABD'ye düştü: bir kenarda gülerek olayı izlemek! İttifak devletleri ABD burjuvazisinin zararlarını, "uluslararası hukuk"un zedelenmesi karşılığında yağlı kârlar sunarak giderince, Washington hükümeti, İngiliz ablukasıyla daha kolay başa çıktı; Amerikan borsasının spekülasyonlarını Avrupa kanıyla yoğuran bir ablukaydı bu. Ancak Almanya'nın muazzam askeri üstünlüğü Washington hükümetini sözde tarafsızlık durumunu terk etmeye zorladı, İngiltere’nin daha önceki savaşlarda kıta karşısında oynamış olduğu ve son savaşta da oynamaya kalkıştığı bu rolü ABD üstlendi. Bu, bir kampın yardımıyla öteki kampı zayıf düşürme; askeri operasyonlara, ancak var olan durumun kendisine sağlayabileceği bütün çıkarları güvenlik altına alma açısından kaçınılmaz olduğu ölçüde girişme tavrıydı. Wilson'un oyuna sürdüğü para, Amerikan piyangosunun ölçülerine göre pek büyük değildi, ama oyuna en son katılan oydu, bu nedenle kazanan da o oldu.
Kapitalist düzenin çelişkileri savaşla, insanlık için soğuğun ve açlığın hayvanca acılarına ve yaygın bir ahlak düşkünlüğüne dönüştü. Böylece yoksullaşma teorisi ve kapitalizmin sosyalizm tarafından kemirilmesi üzerine sürdürülen sosyalizm içi akademik tartışmanın sonucu nihai olarak belirlendi. Çelişkilerin yumuşaması teorisinin istatistikçileri ve ince hesapçıları, işçi sınıfının bazı grup ve kategorilerinin refah artışını kanıtlayabilmek için on yıllar boyunca dünyanın dört bucağından bir dolu olgu ve görüntü öne sürdüler. Yoksullaşma teorisinin, burjuva kürsülerinin harem ağalarıyla sosyalist oportünizmin rahiplerinin aşağılık ıslıkları arasında mezara gömüldüğü kabul edilmişti. Bugün yoksullaşma, yalnız toplumsal olarak değil aynı zamanda psikolojik olarak da, biyolojik olarak da, tüm sarsıcı gerçekliğiyle önümüzde duruyor.
Emperyalist savaş felaketi, sendikalist ve parlamentarist mücadelenin tüm kazanımlarını yerle bir etti. Ve bu savaş da, kapitalizmin iç eğilimlerinden doğmuştur, tıpkı kan ve pislik içine gömdüğü şu ekonomik anlaşmalar ve parlamentarist uzlaşmalar gibi.
İnsanlığı savaş uçurumuna sürükleyen mali sermaye, savaş boyunca kendisi için felaket niteliği taşıyan dönüşümlere neden oldu. Kâğıt paranın, üretimin maddi temeline bağımlılığı tümüyle bozuldu. Kapitalist meta dolaşımının aracı ve düzenleyicisi olma rolünü giderek yitiren para, savaş vergileri biçiminde, bütünüyle el koyma, haydutluk ve militarist-ekonomik zorbalık aracına dönüştü. Kâğıt paranın tam anlamıyla yozlaşması, kapitalist meta değişiminin genel öldürücü bunalımını yansıtmaktadır. Serbest rekabetin üretimin ana alanlarındaki, üretim ile dağılımı düzenleyici rolü, tröst ve tekellerin ekonomik sisteminde daha savaştan önceki on yıllar içinde geçerliğini yitirmişti; savaş sırasında da ekonomik birliklerin (işadamları dernekleri, işveren sendikaları vb. -ç) düzenleyici rolü, bu güçlerin ellerinden alındı ve doğrudan doğruya militarist devlet gücüne teslim edildi. Hammaddelerin dağılımı, Bakû veya Romanya petrollerinin, Don kömür yataklarının, Ukrayna tahılının kullanımı, Alman lokomotiflerinin, vagonlarının, otolarının geleceği, açlık içindeki Avrupa'ya ekmek ve et sağlanması, dünya ekonomik hayatının bütün bu temel sorunları, artık serbest rekabet aracılığıyla, ulusal ve uluslararası tröstlerin oluşturacakları kombinezonlar aracılığıyla değil, bunların varlığını koruma amacı güden askeri zorun dolaysız kullanımı ile düzenlenecekti. Devlet gücünün tümüyle mali sermayenin emrine girmesi, insanlığı emperyalizmin mezbahalarına götürdü. Böylece malî sermaye bu kitle katliamı aracıyla sadece devleti değil, bizzat kendisini de tümüyle militarize etmiş ve artık temel ekonomik işlevlerini kan ve barutla yürütmekten başka çıkar yolu kalmamıştır.
Dünya Savaşından önce, sosyalizme aşamalı geçiş adı altında işçileri kanaatkâr olmaya çağıran, savaş sırasında da iç barışın korunması ve anavatanın savunulması adına sınıf teslimiyeti öneren oportünistler, şimdi de savaşın doğurduğu korkunç sonuçların üstesinden gelinmesi için, proletaryanın kendisini inkâr etmesini istiyorlar. Eğer bu vaaz işçi kitlelerinde yankı bulmuş olsaydı, birçok kuşağın kanıyla, canıyla beslenen kapitalizm, değişik ve daha yoğun, daha korkunç bir biçimde yeniden doğuşunu kutlayacaktı -yeni, kaçınılmaz bir dünya savaşı düşleyerek... Neyse ki insanlığın şansına, bu artık mümkün değildir.
Ekonomik hayatın devletleştirilmesi, kapitalist liberalizmin şiddetli muhalefetine rağmen gerçekleşti. Artık değil serbest rekabete, aynı zamanda tröstlerin, kartellerin ve öteki ekonomi canavarlarının egemenliğine de dönmek mümkün değil. Sorun sadece, devletleştirilmiş üretimin gelecekteki sahibinin kim olacağı: Emperyalist devlet mi, yoksa muzaffer proletaryanın devleti mi?
Bir başka deyişle: Milletler Cemiyeti adlı "uluslararası" bir ordu ve "uluslararası" bir donanmanın yardımıyla bir yanda yağma seferleri ve katliamlar düzenlerken, öte yanda (insanlığın önüne -ç) bir parça ekmek fırlatan, fakat biricik amacı olan kendi iktidarını koruma kaygısıyla her yerde proletaryayı zincire vuran, zafer tacını başına geçirmiş bir dünya kliğinin kökleşmiş uşakları mı olacak bütün çalışan insanlık? Yoksa Avrupa’nın ve dünyanın başka yerlerindekileri ülkelerin işçi sınıfı, bozulmuş ve yıkılmış olan ulusal ekonomisini sosyalist temel üzerinde yeniden inşa etmek için yönetimi eline mi alacak? Şu anda içinde bulunulan bunalım döneminin mümkün en kısa sürede sona erdirilmesi ancak, bakışlarını geçmişe çevirmeyen, ne soydan gelme ayrıcalıkları ne de mülkiyet haklarını göz önüne alan, açlık çeken yığınların kurtarılması zorunluluğundan yola çıkan, bu amaçla tüm araç ve güçlerini seferber eden, genel çalışma yükümlülüğü koyan ve bu yolda birkaç yıl içinde, sadece savaşın açtığı kanayan yaraları kapamakla kalmayıp insanlığı yepyeni, daha önce görülmemiş bir düzeye yükseltmek için disiplinli çalışma rejimini yürürlüğe sokan proletarya diktatörlüğünün araçlarıyla gerçekleştirilebilir.
Kapitalizmin gelişmesinde muazzam bir itici güç rolü oynayan ulusal devlet, bugün üretici güçlerin ileriye doğru gelişimini engelleyici bir hale gelmiştir. Avrupa'nın ve dünyanın öteki büyük güçleri arasında dağılan küçük devletlerin durumu da aynı biçimde dayanaktan yoksundur. Değişik zamanlarda, çeşitli hizmetlerin bedelinin ödenmesinde harcanacak bozuk para olarak kullanılan, büyük devletlerin birer parçası ve stratejik tampon bölgeler olarak ortaya çıkartılan bu küçük devletlerin de hanedanları, egemen çeteleri, emperyalist emelleri, diplomatik entrikaları var. Savaş çıkana kadar bunların hayali bağımsızlıkları Avrupa dengesiyle aynı dayanağa sahipti: (Bu dayanak -ç) iki emperyalist kamp arasında süre-giden çelişkiydi. Savaş bu dengeyi bozdu. Savaş başlangıçta Almanya'ya muazzam bir güç üstünlüğü sağlayarak, küçük devletlerin selameti ve kurtuluşu Alman militarizminin yüce gönüllülüğünde aramasına da yol açmış oldu. Almanya yenilgiye uğradıktan sonra küçük devletlerin burjuvazileri, yurtsever "sosyalistleriyle birlikte Müttefiklerin” muzaffer emperyalizmine yöneldi ve Wilson Programı'nın ikiyüzlü maddelerinde, bağımsız varlıklarını sürdürmelerini sağlayacak güvenceler aramaya başladılar. Aynı zamanda küçük devletlerin sayısı da arttı: Avusturya-Macaristan monarşisinin mülkünden, Çarlık'ın bazı parçalarından yeni devletler meydana geldi. Bunlar, daha gözlerini açar açmaz, devlet sınırları yüzünden birbirlerinin gırtlağına sarıldılar. Bu arada Müttefik emperyalistler, yeni ve eski devletleri karşılıklı kinin ve genel güçsüzlüğün ortaya çıkarttığı tazminat yükümlülüğü aracılığıyla birbirine bağlamak için, onları da katacakları bazı kombinezonlar hazırlıyorlar.
Müttefik emperyalistler, küçük ve zayıf halkları baskı altına alarak ve iğfal ederek, onları açlığa ve aşağılanmaya terk ederken, tıpkı kısa süre önce Mihver Devletleri emperyalistlerinin yaptığı gibi Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkını ağızlarından düşürmüyorlar, oysa bu hak şimdi dünyanın bütün diğer bölgelerinde olduğu gibi Avrupa'da da tümüyle ayaklar altına alınıp paramparça edilmiş durumda.
Küçük halklara özgür varoluş olanağını sadece proletarya devrimi sağlayabilir. Proletarya devrimi, bütün ülkelerin üretici güçlerini ulusal devletlerin dar sınırlarından kurtaracak, uluslararası genel bir ekonomik plan temelinde ekonomide en sıkı ortak çalışmanın içine sokacak ve en küçük ve en zayıf uluslara bile, kendi kültürel öğelerini özgür ve bağımsız bir biçimde geliştirmek olanağını -Avrupa'nın ve bütün dünyanın birleşik, merkezi ekonomisine zarar vermeden- sağlayacaktır.
Son savaş, sadece sömürgeler uğruna yapılan bir savaş değil, aynı zamanda sömürgelerin de yardımıyla sürdürülen bir savaş oldu. Sömürge halkları, şimdiye kadar görülmedik genişlikteki bir çerçeve içinde Avrupa savaşının girdabına çekildiler. Hintliler, Zenciler, Araplar, Madagaskarlılar Avrupa kıtasında savaştılar. Niçin? İngiltere'nin ve Fransa'nın boyunduruğu altında kalma hakları için. Kapitalist egemenliğin hayâsızlığı kendisini şimdiye kadar hiç bu kadar açık göstermemişti, sömürgeci kölelik sorunu hiçbir zaman bu keskinlikte ortaya çıkmamıştı.
Bundan ötürü, bütün sömürgelerde açık ayaklanmalar ve devrimci mayalanmalar görülüyor. Bizzat Avrupa'da, İrlanda, boyunduruk altına alınmış bir ülke olduğunu ve kendisini boyunduruk altında hissettiğini kanlı sokak savaşlarıyla hatırlattı. Madagaskar'da, Annam'da ve başka ülkelerde savaş boyunca, burjuva cumhuriyetinin orduları, sömürgelerdeki kölelerin giriştiği birçok ayaklanmayı bastırmak zorunda kaldı. Hindistan'da devrimci hareket bir an bile duraklamadı ve son olarak Bombay'da Büyük Britanya hükümetinin zırhlı birliklerle karşılık vermesine yol açan grev patlak verdi, Asya'daki en büyük işçi greviydi bu.
Sömürgeler sorunu böylece, sadece Paris'teki diplomatik kongrelerin yeşil masalarında değil, aynı zamanda bizzat sömürgelerde gündeme gelmiş bulunuyor. Wilson'un programı, en fazla, sömürge köleciliği firmasının tabelasının değişmesine yol açabilir. Sömürgelerin kurtuluşu ancak metropollerin (işçi sınıfının) kurtuluşu ile birlikte mümkündür. Sadece Annam'ın, Cezayir'in, Bengal'in işçi ve köylülerinin değil, aynı zamanda İran'ın, Ermenistan'ın işçi ve köylülerinin de bağımsız varoluşu, İngiliz ve Fransız işçilerinin Lloyd George ile Clemenceau'yu devirip iktidarı ele geçirmeleriyle mümkündür.
Daha gelişmiş sömürgelerde mücadele bugün bile, sadece ulusal kurtuluş bayrağı altında sürmekle kalmıyor, açıkça ifade edilen toplumsal bir nitelik kazanıyor. Nasıl kapitalist Avrupa, dünyanın geri kalmış bölgelerini kapitalizmin girdabı içine çekmişse, sosyalist Avrupa'da, -planlı örgütlü sosyalist ekonomiye geçişlerini kolaylaştırmak için- tekniğiyle, örgütlenmesiyle, manevi etkisiyle kurtarılmış sömürgelerin yardımına gelecektir.
Afrika ve Asya'nın sömürge köleleri! Proletarya diktatörlüğünün Avrupa'daki zafer saati, sizin de kurtuluş anınız olacaktır!
Bütün burjuva dünyası, komünistleri özgürlükleri ve siyasal demokrasiyi ortadan kaldırmakla itham ediyor. Ne büyük haksızlık! İktidara geldiğinde proletarya sadece, burjuva demokrasisi yöntemlerini kullanmanın olanaksızlığını saptar ve yeni, daha yüksek bir işçi demokrasisinin koşullarını ve biçimlerini yaratır. Kapitalizmin bütün bir gelişme süreci, özellikle son emperyalist aşamasında, sadece ulusları iki uzlaşmaz sınıfa bölerek değil, çok sayıda küçük burjuva ve yarı-proleter tabakaları da tıpkı proletaryanın aşağı tabakaları gibi ekonomik bakımdan sakat, siyasal bakımdan duyarsız bir duruma mahkûm ederek siyasal demokrasiyi mezara gömmüştür.
Tarihi gelişimin bu olanağı yarattığı ülkelerde işçi sınıfı, siyasal demokrasi rejiminden, sermayeye karşı (mücadelenin) örgütlenmesinde yararlanmıştır. Aynı şey, henüz bir işçi devriminin önkoşullarının olgunlaşmamış olduğu ülkelerde de yakında gerçekleşecektir. Fakat kentlerdeki gibi, kırsal alanlardaki geniş ara tabakaların tarihi gelişmeleri de kapitalizm tarafından engellenir, bunlar dönemlerce geride kalırlar. Kilise kulesinin tepesinden ötesini göremeyen Baden ve Bavyera köylüsünü, büyük kapitalistlerin şarap yolsuzlukları yüzünden çöküntüye uğrayan Fransız küçük şarap üreticisini, bankerler ve milletvekilleri tarafından soyulan ve aldatılan Amerikan küçük çiftçisini, kısacası kapitalizm tarafından gelişmenin büyük caddesi dışına itilen bütün bu tabakaları, siyasal demokrasi rejimi, devlet yönetimine katılmaya çağırır. Ama gerçekte halkların kaderlerini belirleyen bütün önemli sorunlarda, parlamenter demokrasi perdesinin ardında, mali oligarşinin kararları geçerlidir. Her şeyden önce savaş sorununda böyleydi bu ve şimdi barış sorununda da aynı oyun oynanıyor.
Mali oligarşi, zorbalıklarını parlamento oylamalarıyla örtbas etmeyi yararlı bulduğunda, sınıf egemenliğiyle geçen yüzyıllardan miras kalan ve kapitalist tekniğin mucizeleriyle gitgide çoğalan her türlü araç, istenen amaçlara ulaşabilmesi için burjuva devletinin emrindedir: Yalan, demagoji, fesat, iftira, rüşvet ve terör.
Kapitalizmle kendisi için bir ölüm kalım anlamı taşıyan son mücadelesinde proletaryadan kuzu gibi, burjuva demokrasisinin taleplerine uymasını istemek; hayatını, varlığını haydutlara karşı korumaya çalışan bir adamdan, Fransız boksundaki gibi, düşmanın saptadığı ama hiçbir zaman uymayacağı yapay, belirlenmiş kurallara uymasını istemek demektir. Sadece üretim ve ulaşım araçlarının değil, siyasal demokrasinin kurumlarının da kanlı yıkıntılar haline geldiği çöküş anında, proletarya, işçi sınıfını bütünleştirip bağlayıcı bir işlev görecek ve kendisine insanlığın gelecekteki gelişmesine devrimci bir müdahale olanağı verecek olan aygıtını yaratmak zorundadır. Bu aygıt işçi konseylerinden ibarettir. Eski partiler, eski sendikalar, önderlerinin şahsında, yeni dönemin ortaya çıkardığı görevleri anlamaktan aciz olduklarını gösterdiler; bu görevleri yerine getirmeleri nasıl beklenebilir. Proletarya, çalıştığı işkoluna ve siyasal olgunluğuna bakmadan bütün işçileri kapsayan bir aygıt yarattı; kendini sürekli olarak yenileme, genişleme, hep yeni yeni tabakaları içine alma ve kapılarını kent ve kırın, proletaryaya yakın durumdaki emekçi tabakalarına açma yeteneğine sahip bir aygıt yarattı, işçi sınıfının bu eşsiz kendini-yönetme, mücadele ve -gelecekte devlet iktidarını fethettiğinde- iktidar örgütü, çeşitli ülkelerin deneyleriyle sınandı. Bu örgüt, günümüzde proletaryanın en büyük kazanımı ve en güçlü silahıdır.
Kitlelerin uyanarak düşünmeye başladıkları bütün ülkelerde, işçi, asker ve köylü Sovyetleri kurulmaktadır. Sovyetleri sağlamlaştırmak, otoritelerini pekiştirmek ve onları burjuvazinin devlet aygıtının karşısına koymak -bugün bütün ülkelerin sınıf bilinçli ve dürüst işçilerinin ana görevi işte budur. İşçi sınıfı, savaşın, açlığın cehennem acıları tarafından, mülk sahiplerinin zorbalıkları tarafından ve bir zamanki önderlerinin ihanetleri tarafından sürüklendiği çöküşten kendisini Sovyetler aracılığıyla kurtaracaktır. Sovyetlerin, emekçi halkın çoğunluğunu kendi çevresinde toplayabildiği bütün ülkelerde, işçi sınıfı, Sovyetler aracılığıyla, en güvenli ve en kolay yoldan iktidara gelecektir, iktidara gelen işçi sınıfı, şimdi Rusya'da olduğu gibi, Sovyetleri aracılığıyla, ekonominin ve kültürel hayatın bütün alanlarını yönetecektir.
Çarlığından en demokratiğine kadar her biçimiyle emperyalist devletin çökmesi, emperyalist askeri sistemin çökmesiyle birlikte gerçekleşir. Emperyalizmin harekete geçirdiği milyonluk ordular, proletarya itaatkâr bir halde burjuvazinin boyunduruğu altında kaldığı sürece ayakta durabildiler. Ulusal birliğin parçalanması, ordunun da kaçınılmaz bir parçalanması anlamına gelir. Önce Rusya'da, daha sonra Avusturya-Macaristan'da ve Almanya'da böyle oldu. Aynı şey, öteki emperyalist devletlerde de olabilir. Köylülerin büyük toprak sahiplerine, işçilerin kapitalistlere, ikisinin birden monarşist ya da "demokratik" bürokrasiye karşı ayaklanmaları, kaçınılmaz olarak askerlerin komutanlara karşı ayaklanmasına ve dahası, ordunun burjuva ve proleter öğeleri arasında keskin bir ayrımın baş göstermesine yol açar. Ulusları karşı karşıya getiren emperyalist savaş, sınıfları karşı karşıya getiren iç savaşa dönüştü, dönüşüyor.
Burjuva dünyasının, iç savaş ve kızıl terör üzerine kopardığı yaygara siyasal mücadeleler tarihinin şimdiye kadar gördüğü en müthiş ikiyüzlülüktür. İnsanlığı toptan çürüyüp yok olmanın eşiğine getiren sömürücü klikler, eğer, soygunculuk imtiyazlarını ayakta tutma ya da yeniden oluşturma amacıyla, çalışan yığınların her türlü ileri atılımına karşı harekete geçmeselerdi, (komplolar ve cinayetler tezgâhlamasalar, dışardan silahlı yardım çağırmasalardı) iç savaş diye bir şey olmazdı.
İşçi sınıfını iç savaşa, ezeli düşmanı zorlamaktadır. İşçi sınıfı, eğer kendisini ve aynı zamanda insanlığın geleceği demek olan kendi geleceğini feda etmek istemiyorsa, silaha silahla karşılık vermek zorundadır. Komünist partileri, hiçbir zaman yapay bir iç savaşı kışkırtmayarak, onu mümkün olduğu kadar kısa bir sürede sona erdirmeye, eğer iç savaş kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmişse, verilecek kurbanların sayısını azaltmaya ve her şeyden önce proletaryanın zaferini kesin güvence altına almaya çabalar. Buradan, burjuvazinin zamanında silahsızlandırılmasının, işçilerin silahlandırılmasının, proletaryanın iktidarını koruyacak ve sosyalist inşanın dokunulmazlığını sağlayacak bir komünist ordunun oluşturulmasının zorunlu olduğu sonucu çıkar. Sovyet Rusya'nın, işçi sınıfının kazanımlarını içten ve dıştan gelecek her türlü saldırıya karşı koruyan Kızılordusu böyle bir ordudur. Sovyet ordusu, Sovyet devletinden ayrı düşünülemez.
Görevlerinin dünya tarihi içersindeki niteliğinin bilincinde olan işçiler, örgütlü sosyalist hareketlerinin daha ilk adımını attıkları günden beri, uluslararası bir örgüt oluşturmak için çaba harcamışlardır. Böyle bir örgütün ilk temel taşı 1864'de Londra'da, Birinci Enternasyonal'de yerleştirildi. Hohenzollernlerin Almanya'sının doğuşuna yol açan Alman-Fransız savaşı, Birinci Enternasyonal'i toprağa gömdü, ama aynı zamanda ulusal işçi partilerinin gelişmesini hızlandırdı. Hemen 1889 yılında bu partiler Paris'te toplanarak İkinci Enternasyonal örgütünü yarattılar. Fakat bu dönemde işçi hareketinin ağırlık noktası, tümüyle ulusal bir zemin üzerinde, ulusal devletler çerçevesi içinde, ulusal sanayi temelinde, ulusal parlamentarizm alanındaydı. Örgütçü ve reformcu çalışmalarla geçen on yıllar, çoğunluğu toplumsal devrim programını lafta tanıyan, gerçekte ise onu yadsıyan ve reformizme ve burjuva devletle uyuşma batağına saplanan bir önderler kuşağı yarattı. İkinci Enternasyonal partilerinin oportünist niteliği sonunda açığa çıktı ve tam da olayların akışının işçi partilerinin devrimci mücadele yöntemlerini benimsemesini gerektirdiği bir anda, dünya tarihinin en büyük çöküşüne yol açtı. Nasıl 1870 savaşı, toplumsal devrim programının arkasında kitlelerin kararlı gücünün bulunmadığını açığa çıkartarak Birinci Enternasyonal'e bir darbe indirdiyse, 1914'teki savaş da kaynaşmış işçi kitlelerinin üzerinde, burjuva devletin bağımlı organları durumuna dönüşmüş partilerin var olduğunu göstererek ikinci Enternasyonal'i öldürdü.
Burada sadece bugün açıkça burjuvazinin kampında, onların ayrıcalıklı ve güvenilir adamları ve işçi sınıfının cellâtları olarak yer alan sosyal yurtseverleri değil; bugün İkinci Enternasyonal'i, yani dar kafalılığı, oportünizmi ve yöneticilerinin devrimci güç yoksunluğunu yeniden canlandırma çabasında bulunan dağınık, ikircikli Sosyalist Merkez'i de kast ediyoruz. Alman Bağımsız Sosyal Demokrat Partisi (USPD), Fransız Sosyalist Partisi'nin bugünkü çoğunluğu, Rusya'daki Menşevikler grubu, İngiliz Bağımsız İşçi Partisi ve öteki benzer gruplar, gerçekte, İkinci Enternasyonal'in eski resmi partilerinin savaş öncesinde kapladıkları yeri doldurmak amacındalar: Eskiden olduğu gibi uzlaşma ve birleşme fikirleriyle ortaya çıkacaklar, bu yolla, bütün araçları kullanarak proletaryanın enerjisini azaltacaklar, bunalımı uzatacaklar ve böylelikle Avrupa'nın çektiği sefaleti daha da artıracaklar. Sosyalist Merkez'e karşı mücadele, emperyalizme karşı verilecek başarılı bir mücadelenin zorunlu önkoşuludur.
Zamanını doldurmuş bulunan resmi sosyalist partilerin kararsızlığını, yalancılığını ve çürümüşlüğünü bir kenara atarken, biz, Üçüncü Enternasyonal'de birleşen komünistler, devrimci kuşaklardan uzun bir dizi oluşturan şehitlerin Babeuf'den Karl Liebknecht'e ve Rosa Luxemburg'a dek uzanan kişilerin kahramanca çabalarının dolaysız sürdürücüleri olduğumuzu hissediyoruz.
Nasıl Birinci Enternasyonal gelecekteki gelişmeyi öngörmüş ve onun yolunu göstermişse, nasıl İkinci Enternasyonal milyonlarca proleteri toplayıp örgütlemişse, Üçüncü Enternasyonal de, açık kitle eyleminin, devrimi gerçekleştirmenin enternasyonal'i, eylemin Enternasyonal'i olacaktır.
Sosyalist eleştiri, burjuva dünya düzenini yeterince teşhir etti. Uluslararası Komünist partisinin görevi, bu düzeni yıkmak ve yerine sosyalist düzenin yapısını kurmaktır.
Bütün ülkelerin kadın ve erkek işçilerini, gölgesinde ilk büyük zaferin gerçekleştirildiği komünizm bayrağı altında birleşmeye çağırıyoruz.
Bütün ülkelerin işçileri! Emperyalist barbarlığa, monarşiye, ayrıcalıklara (burjuva devlete ve) burjuva mülkiyetine, toplumsal veya ulusal baskının her türlüsüne karşı mücadelede birleşin!
Bütün ülkelerin işçileri iktidarı almak için, proletarya diktatörlüğü için mücadelede, işçi Sovyetleri bayrağı altında, Üçüncü Enternasyonal'in bayrağı altında birleşin.
Bu Blogda Ara
15 Mart 2020 Pazar
28 Şubat 2020 Cuma
Bir tip 2. enternasyonalciliğin "sol"un bütün unsurlarına sirayet ettiği gerçekliği apaçık ortada. Sosyal şovenizm, şovenizm ve sosyal pasifizmle bulanış tonları solun pek çok öznesini karşımıza çıkarmakta. İdlib ve dolayımıyla vekalet savaşları üzerinden emperyalist paylaşımın her tür savaş biçiminde ifade edilen görüngüleri dolayımıyla karşımıza çıkan bu gerçeklik özünde sadece savaşa karşı mücadelenin nasıl olacağı değil, savaşa karşı tutum sorununda da karşımıza çıktığı biçimiyle, mevcut solun genel anlamda ideolojik-programatik zeminleri ile 2. enternasyonalci olduğu gerçekliğini apaçık ortaya çıkarmaktadır.
Bu da göstermektedir ki solun bu toplam 2. enternasyonalci pozisyonlarının dışında devrimci bir çıkış yaratabilmenin, savaşa son vermenin yolu konusunda tok bir tutum ve cüretkar bir pratik ile savaşı durduracak toplumsallaşmayı yaratabilmenin esas yolunun bu 2. Enternasyonalcilikle ideolojik-programatik zeminlerde hesaplaşarak komünist-devrimci pozisyonların somutlanarak, bu pozisyonlar zemininde komünist devrimciliğin örgütlü maddi bir varlık haline getirilerek yaşam içerisinde üretilmesinden geçmektedir.
Bu da göstermektedir ki solun bu toplam 2. enternasyonalci pozisyonlarının dışında devrimci bir çıkış yaratabilmenin, savaşa son vermenin yolu konusunda tok bir tutum ve cüretkar bir pratik ile savaşı durduracak toplumsallaşmayı yaratabilmenin esas yolunun bu 2. Enternasyonalcilikle ideolojik-programatik zeminlerde hesaplaşarak komünist-devrimci pozisyonların somutlanarak, bu pozisyonlar zemininde komünist devrimciliğin örgütlü maddi bir varlık haline getirilerek yaşam içerisinde üretilmesinden geçmektedir.
10 Temmuz 2018 Salı
Küresel Ticaret Savaşı: Batı ve Doğu'daki Büyük Güçlerin Irkçılığına Hayır!
Küresel Ticaret Savaşı: Batı ve Doğu'daki Büyük Güçlerin Irkçılığına Hayır!
Ne emperyalist küreselleşme ne de emperyalist korumacılık! İşçi sınıfının ve ezilen halkların uluslararası dayanışması ve ortak mücadelesi için!
Devrimci-Komünist Enternasyonal Eğilim (RCIT), Marxist Group ‘Class Politics’ (Rusya), Alkebulan School of Black Studies (Kenya), Sınıf Savaşı (Türkiye), Pan-Afrikan Consciousness Renaissance (Nijerya), Courant des Jeunes Penseurs Congolais (Kongo Demokratik Cumhuriyeti), Ortak Bildirisi 1 Temmuz 2018
1. Batı ve Doğu'daki tüm büyük güçler arasında - ABD, Çin, Avrupa Birliği, Japonya, Rusya ve diğer emperyalist güçler - küresel bir ticaret savaşı ortaya çıkıyor. Büyük gücler arasindaki ekonomik yaptirimlar, ABD ve AB ulkelerinin Rusyaya karsi uyguladigi yaptirimdan bu yana - 2014 den beri- baslamis durumda. Halihazırda, Trump yönetimi, rakiplerine karşı daha da geniş kapsamlı yaptırımların uygulanması sürecinde ve bu da misilleme yapmaktadır. Küresel ticaret savaşının tırmanması, dünya ekonomisi ve çalışanların yaşam koşulları için feci sonuçlar doğuracaktır.
2. Bu büyük bozulmanın arka planı, büyük güçler arasındaki artan rekabettir. Ekonomik yaptırımlar bu nedenle, emperyalist rekabetin er ya da geç askeri gerilimlere ve çatışmalara yol açacağı bir ifadesidir. Bu koşullar altında Büyük Güç şovenizminin yoğunlaşması kaçınılmazdır. Bu acı-vatanseverlik, kendi aralarında milliyetçi nefrete yol açarak çalışan insanların bilincini zehirlemeyi amaçlar.
3. Büyük güçler, politik ve ekonomik diktatörlüklerini Güney'in küçük ülkelerine dayatmak için ekonomik yaptırımlar uyguluyorlar. Kuzey Kore, İran, Zimbabve, Venezüella, çeşitli Güneydoğu Asya ülkeleri, vb. Bu yaptırım veya tehdidin kurbanı haline gelmiştir. Aynı şekilde, büyük güçler, yoksul ülkelerdeki ezilen halklara, giriş ve iltica yasalarını (örneğin, Trump'ın “Müslüman Yasağı”, AB'nin Akdeniz ve Balkanlar'daki ırkçı Cephesi rejimi, Kafkasya ve Orta Asya'daki insanlara karşı Rusya'ya karşı ayrımcılıgı gibi) kısıtlayarak ayrımcılık yapmaktadır.
4. Başgösteren bu küresel ticaret savaşı karşısında Sosyalistler, dünya üzerindeki bütün isci sinifini ve insan örgütlerini – isci sinifinin uluslararsi dayanisma ilkeleri temelinde-, kararlilikla dayanisma icerisinde hareket etmeye cagiriyor. Bu ilkeler barış ve savaş, ekonomik yaptırımlar ve askeri saldırganlıklar için geçerlidir.
* Küresel ticaret savaşına hayır! Batı ve Doğu'daki büyük güçlerin hortlamis vatanseverliğine hayir! Militarist siddete hayir! Emperyalist devletlerde sosyalistler şöyle diyor: "Ana düşman kendi ülkelerinde!" ABD, Çin, Avrupa Birliği, Rusya, Kanada, Japonya veya diğer güçler arasındaki yaptırımlar veya bir ticaret savaşı durumunda, tüm katılımcı ülkelerdeki sosyalistler bu yaptırımlara karşı çıkmalıdır.
* Kuzey Kore, İran, Zimbabve, Venezuela ve diğerleri gibi yarı-sömürge ülkelerine karşı emperyalist yaptırımlara HAYIR! Bu ülkeleri her türlü emperyalist saldırganlığa karşı durun! Bu devletlerdeki işçi karşıtı sınıf rejimlerine siyasi destek yok!
* Emperyalist sınır rejimi yıkılsın! Mülteciler için sınırları açın! Müslüman göçmenleri İslamofobik ırkçılığa karşı savunun!
* Ne emperyalist küreselleşme ne de emperyalist korumacılık! Batı ve doğuda bütün büyük güçlere ve kapitalist şirketlere karşıyiz! İşçilerin ve ezilenlerin çıkarlarını savunmak için uluslararası dayanışma ve ortak sınır ötesi mücadele edinin!
Aşağıda imzası bulunan kuruluşlar
Devrimci-Komünist Uluslararası Eğilim (Zambiya, Kenya, Pakistan, Sri Lanka, Yemen, Tunus, İsrail / İşgal Altındaki Filistin, Brezilya, Meksika, Aotearoa / Yeni Zelanda, İngiltere, Almanya ve Avusturya), www.thecommunists.net
Alkebulan School of Black Studies (Kenya), https://www.facebook.com/alkebulanschool/
Pan-Afrikan Consciousness Renaissance (Nijerya), https://m.facebook.com/pacorenaissance/?ref=bookmarks
Courant des Jeunes Penseurs Congolais (Kongo Demokratik Cumhuriyeti), Facebook : Cogito RDC
Additional Signatories
Grupo Interdisciplinario de Participación Inclusiva (Meksika), https://www.facebook.com/Grupo-Interdisciplinario-de-Participaci%C3%B3n-Inclusiva-803935076374657/
Coordinadora Nacional Estudiantil (Meksika)
23 Mayıs 2018 Çarşamba
Ortadoğu'da savaş kışkırtıcılığı: Tüm büyük emperyalist güçler ve kapitalist diktatörlükler yıkılsın!
Ortadoğu'da savaş kışkırtıcılığı: Tüm büyük emperyalist güçler ve kapitalist diktatörlükler yıkılsın!
Devrimci
Komünist Enternasyonal Eğilim (RCIT) Ortak Bildirisi, Alkebulan
Siyah Araştırmalar Okulu (Kenya), Pacesetters Hareketi (Nijerya),
Pan-Afrikan Bilinç Rönesansı (Nijerya), Marksist Grup "Sınıf
Siyaseti" (Rusya) ve Sınıf Savaşı (Türkiye) 13 Mayıs 2018
1.
Şu anda özellikle önemli gelişmeler olarak, dikkate aldığımız
noktalar:
i.
Son on yılda Gazze'ye karşı üç savaşla yaşanan İsrail
Apartheid devletinin Filistin halkına karsi acımasız baskısı;
ii.
İsrail’in İran’a karşı bitmek bilmeyen saldırganlığı;
iii.
ABD emperyalizminin İran'a karşı tehdidi, Trump'ın ABD'yi
Tahran'la sözde “nükleer anlaşma” dan çıkarmasıyla bir kez
daha tırmandı;
iv.
Rus emperyalizminin ve Tahran rejiminin belirleyici desteğiyle
Suriye halkına karşı kapitalist Esad rejiminin barbarca savaşması;
v.
Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından Batı
emperyalizminin desteğiyle Yemen'in gerici işgali.
2.
Bu değerlendirmeye dayanarak, bu çatışmalarda net bir konuma
sahibiz. 1 Mayıs 2018 tarihinde Ortak Bildirimin genel çizgisine
uygun olarak
(https://www.thecommunists.net/home/deutsch/1-mai-2018-germans-stellungnahme/)
pozisyonlarımız şunlardır:
i.
ABD, Rusya, İsrail, Büyük Britanya ve Fransa'nın emperyalist
kışkırtma ve saldırganlığı yıkılsın! Orta Doğu'daki tüm
büyük güçler çekilsin! Ayrıca İran, Türkiye, Suudi Arabistan,
Birleşik Arap Emirlikleri vb. Bölgesel güçlerin saldırısını
da kınıyoruz.
ii.
Emperyalist güçler arasındaki her çatışmada - örn. ABD ve
Rusya arasında – bir taraf tutmayı reddediyoruz. Her açıdan,
klasik Marksist formülü temel alan bir yenilgi tavrı talep
ediyoruz. "Asıl düşman kendi ülkendedir!"
iii.
Siyonizm'e Hayır! Filistin halkının zaferi için İsrail'in
yenilgisi!
iv.
İsrail ile İran arasındaki tüm çatışmalarda, İran rejimine
şiddetle karşı çıkmamıza rağmen, İsrail'in askeri yenilgisini
ve İran'ın savunulmasını destekliyoruz.
v.
İran'a karşı tüm emperyalist yaptırımlara karşıyız. Bununla
birlikte, İranlı işçilerin ve ezilenlerin, dört ay önce
kitlesel bir ayaklanmaya yol açan Tahran rejimine karşı
mücadelesini destekliyoruz.
vi.
Suriyeli işçilerin ve Esad rejimine ve Rus ve İranlı
destekçilerine karşı ezilen halkların devam eden kurtuluş
mücadelesini destekliyoruz. Kürt halkının kendi kaderini tayin
hakkını da savunmaktayız. Ancak, küçük-burjuva,
laik ve İslamcı güçlerin direnişinin önderliğine herhangi bir
politik desteği de reddediyoruz.
vii.
Suudi saldırganlığının yenilgisini ve Yemen halk direnişinin
zaferini talep ediyoruz. Bununla birlikte, Hushi'lere herhangi bir
siyasi desteğe karşıyız.
3.
Emperyalist iktidarları destekleyen bütün güçleri –
kendilerini yanlış bir sekilde "sosyalist"
veya "ilerici" olarak adlandırsalar bile - kınıyoruz. Ne
Batılı güçler ne de Rusya ya da Çin “küçük” bir
kötülüktür! Hepsi uluslararası işçi sınıfı ve ezilen
halkların düşmanlarıdır! Aynı zamanda, sadece insanların
gerici işgalcilere ve diktatörlüğe karşı mücadelelerini
(örneğin Suriye, Filistin, Yemen) desteklemeyi reddeden tüm
“sosyalist” güçleri de kınıyoruz.
4.
Dünyadaki işçileri ve halkları sessiz kalmamaya çağırıyoruz.
Emperyalizme ve kapitalist diktatörlüklere ve işçi ve ezilenlerin
kurtuluşuna karşı mücadelede bize katılın!
Imzasi
bulunan kuruluslar assagida listelenmektedir:
Devrimci-Komünist
Uluslararası Eğilim (Zambiya, Kenya, Pakistan, Sri Lanka, Yemen,
Tunus, İsrail / İşgal Altındaki Filistin, Brezilya, Meksika,
Aotearoa / Yeni Zelanda, İngiltere, Almanya ve
Avusturya), www.thecommunists.net
Pacesetter
Movement (Nijerya), Facebook: PACESETTERS MOVEMENT OAU
Pan-Afrikan
Consciousness Renaissance
(Nijerya), https://m.facebook.com/pacorenaissance/?ref=bookmarks
2 Mayıs 2018 Çarşamba
Bir Mayıs 2018: Tüm devrimcilere selamlar!
Devrimci-Komünist Uluslararasi Egilim(RCIT) Görüsü, Alkebulan School of Black Studies (Kenya), Pan-Afrikan Consciousness Renaissance (Nijerya), Sınıf Savaşı (Türkiye), Marxist Group ‘Class Politics’ (Rusya)
1 Mayıs 2018 vesilesiyle, dünyadaki bütün devrimcileri ve işçi sınıfının ve ezilenlerin kurtuluşu için savaşan tüm savaşçıları selamlıyoruz.
Sosyal ve demokratik haklara bağlılıklarından dolayı devlet baskısından muzdarip bütün siyasi tutsaklara en sıcak selamlarımızı gönderiyoruz. Binlerce kişiyi temsil eden genç Filistinli Bayan Ahed Tamimi, Afrikalı Amerikalı Mumya Ebu Cemal, Rus antifaşistleri Viktor Filinkov ve Igor Shishkin ile Catalans Jordi Sànchez ve Jordi Cuixart'tan bahsediyoruz.
Şu anda dikkate aldığımız önemli gelişmeler şu şekilde:
* küresel kapitalist sistemin bozulması;
* Emperyalist güçler arasındaki rekabetin yoğunlaşması (ABD, AB, Rusya, Çin, Japonya);
* Kapitalist saldırıların işçi sınıfının ve tüm kıtalardaki ezilenlerin demokratik ve sosyal hakları üzerindeki yoğunlaşması (örneğin Brezilya, Honduras, Kenya, Nijerya, Zambiya, Hindistan, Fransa, Katalonya, ABD);
* Ezilen halklara karşı büyük güçlerin saldırısı (örneğin Mali, Somali, Suriye, Yemen, Çeçenya, Afganistan vb.)
Derin bir inançla, kapitalist diktatörlüklere ve emperyalist saldırganlara karşı (örneğin Filistin, Suriye, Yemen, Etiyopya, Somali ve Afganistan) kahramanca kurtuluş mücadelelerine destek verdiğimizi ilan ediyoruz. Sadece uluslararası bir sosyalist devrimin tüm insanlar için özgürlük, barış ve refah yolunu açacağını söylüyoruz.
Ayni zamanda devrimci liderligin eksikliginin ne kadar tehlikeli oldugunu biliyoruz ve bunu kiniyoruz. Bunun sonucunu görüyoruz. Kurtulus mücadelelerinin reformcu, populist veya islamci gücler tarafindan yönetilmesi!
Son olarak, "Bugün Devrimci Birlik Platformu için Altı Nokta" belgesine (bkz. Ek) uygun olarak, yeni bir dünya partisi sosyalist devrimi oluştururken güçlerimizi birleştirmeye kararlılığımızı ilan ediyoruz.
İmzacı kuruluşlar:
Devrimci-Komünist Uluslararası Eğilim (Zambiya, Pakistan, Sri Lanka, Yemen, Tunus, İsrail / İşgal Altındaki Filistin, Brezilya, Meksika, Aotearoa / Yeni Zelanda, İngiltere, Almanya ve Avusturya), www.thecommunists.net
Alkebulan School of Black Studies (Kenya), https://www.facebook.com/alkebulanschool/
Pan-Afrikan Consciousness Renaissance (Nijerya), https://m.facebook.com/pacorenaissance/?ref=bookmarks
Günümüzde devrimci birligi kurmayi saglayacak 6 önemli Nokta
RCIT'in önerileri (Devrimci-Komünist Uluslararası Eğilim) 6, Subat 2018, www.thecommunists.net
Hızla artan çelişkiler ve ani dönüşler dünyasında yaşıyoruz. Kapitalizm bozulduğunda, kapitalist hırsızlar, işçi sınıfına ve ezilenlere acımasızca saldırarak servetlerini artırmaya ve giderek çevreyi yok etmeye ve mücadelelerini birbirleriyle daha da şiddetlendirmeye çalışıyorlar. Insanlığın hayatta kalması kontrolsüz iklim değişikliği ve bununla birlikte Üçüncü Dünya Savaşı'nın tehlikesini getiren büyük emperyalist güçler arasındaki artan mücadele yüzünden tehdit altında. Bu nedenle alternatifin "sosyalizm ya da taş devri" olduğunu söylüyoruz!
Bu dramatik durum, örgütlü sosyalizm mücadelesini her zamankinden daha gerekli kılmaktadır. Bu, işçi sınıfının ve ezilenlerin, sosyalist bir gelecek için uluslararası mücadeleyi üstlenen bir partiye sahip olması gerektiği anlamına gelir!
Bize göre, ilkel bir anlaşmanın temellerini atmak için dünyanın dört bir yanındaki devrimcilerin derhal birlikte çalışmaya başlamaları zorunludur. Bu, yenilenmiş güçle yeni bir Devrimci Dünya Partisi inşa etme sürecini ileriye götürmemizi sağlayacaktır. Böyle bir partinin kurulusunun baslangic noktasi, sinif savaslari degerlerine mutabik olmalidir. Devrimci Komünist Uluslararası Eğilim (RCIT), şu noktaları mevcut siyasi evrede programlı temel taşlar olarak görüyor:
1) Büyük emperyalist güçler (ABD, AB, Japonya, Rusya ve Çin) arasındaki artan rekabeti tanımak
Ancak o zaman, kapitalist krizin şimdiki döneminin sürüş dinamiklerini anlayabilir ve yalnızca ABD, AB ve Japonya'nın değil, Rusya ve Çin gibi yeni ortaya çıkan güçlerin emperyalist karakterini de göz önüne alarak doğru bir pozisyon alabiliriz. Yanlizca bu temelde, tek bir dogru Programa, yani anti-emperyalist Programa - proleter enternasyonalizm ve devrimci yenilgiye uğrayan tek doğru- varmak mümkündür. Bundan dolayı, işçi sınıfının tüm emperyalist güçlere karşı acımasız bir mücadele perspektifini kastediyoruz. Bu, devrimcilerin "ana düşman kendi ülkelerinde" sloganına göre, emperyalistlerin kendi iclerindeki catismalardan dogan gücü desteklediklemeyi reddettikleri anlamina gelir.
Hindistan bölgesel emperyalist bir güc degildir. Eger Hindistan emperyalist Cin ile anlasmazliga düserse, bu durumda ABD bölgede emperyalist vekil olarak davranir. Iste böyle durumlarda da yukarida gecen benzer yaklasimlar gerekli görülür.
Bu büyük güçlerin gerici ve emperyalist doğasını tanımayanlar, kaçınılmaz olarak anti-emperyalist, yani Marksist çizgiyi anlamakta başarısız olurlar. Bunun sonucu olarak da, bilinçli ya da bilinçsizce bir ya da daha fazla emperyalist gücü "daha az kötülük" olarak destekleyeceklerdir.
2) Emperyalizme ve ezilen halkların kurtuluşuna karşı tutarlı bir mücadele
Ezilen halklari temsil eden devrimciler emperyalist devletleri yenilgiye ugratmayi destekliyorlar.Bu güçlerin askeri zaferini, ezilenlerin devrimci olmayan liderliğini (örneğin, küçük burjuva İslamcıları, milliyetçileri) siyasi olarak desteklemiyoruz. Bu, ulusal çatışmalar (örneğin, Rusya'daki Çeçen halk, Doğu Türkmenler / Uygurlar gibi ezilen bir ulusa karşı) ve yurt dışındaki savaşlar (örneğin Kuzey Kore, Afganistan, Suriye, Mali, Somali) için de geçerlidir. Böyle bir yaklaşım yalnızca Güney ülkeleri için değil, aynı zamanda eski emperyalist devletler içindeki ulusal baskı ve ayrımcılık vakaları için de geçerlidir (örneğin ABD'deki Kara ve Yerli Amerikalılar, Katalonya'nın emperyalist İspanyol devletine karşı bağımsızlık mücadelesi.)
Aynı şekilde, devrimciler, emperyalist ülkelerde açık sınırlar için ve ulusal azınlıkların ve göçmenlerin (örneğin vatandaşlık hakları, dil, eşit ücretler) tam eşitliği için mücadele etmelidir.
Buna ek olarak, devrimciler belirli bir çatışmada bir emperyalist kampı (Brexit / AB, Clinton vs. Trump) desteklemeyi reddettiler.
Ezilenlerin mücadelelerini desteklemeyen, ve bundan dolayi da üzgün olan kesim, sinif mücadelesinden kaciyor. Bu onları işçi sınıfının ve ezilenlerin kampının dışına atar.
3) Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki devrimci mücadelenin gerici diktatörlüklere, emperyalizme ve Siyonizm'e karşı sürdürülmesi
2008 yılında yeni tarihsel dönemin başından itibaren, Filistin, Tunus, İran, Suriye, Mısır, Yemen, Sudan ve diğer ülkelerin halklarının kitlesel ayaklanmalari sinif savasinda en önemli gelismedir. Temmuz 2013'te Mısır'daki el-Sisi darbesi veya Esad ve onun yabancı destekçileri tarafından Suriye halkının devam edegelen katliami gibi, kitlelerin, devrimci liderligin yetersizliginden ötürü, bir dizi yenilgiye ugradigi dogrudur. Fakat devrimci süreç devam ediyor. Bu direnisin Filistin, Suriye, Yemen ve Mısır gibi ülkelerde devam ettigini ve edecegini gösterdigi gibi, Tunus, İran, Sudan ve Fas gibi yeni ülkelere de yayildigini göstermektedir. Trumph'in Israilin baskenti olarak Kudüsü tanimasi karari uluslararasi bir kitle hareketini baslatti. Bu da „Özgür Kirmizi Filistin“ icin yeni bir devrimci sayfa acilmasina yol acti. Bu kavga bir taraftan emperyalist güclere ve siyonist irkci devlete karsi yürütülürken, diger taraftan tek Filistin devletinin kurulmasi icin yürütülüyor. Tunus ve İran'ın kapitalist rejime karşı spontan halk ayaklanması, devrimci dalganın Ortadoğu'da yeniden canlanabileceğini ve hatta Arap olmayan ülkelere de yayılabileceğini gösteriyor. Devrimciler, diktatur rejime ve gerici güclere karsi halk ayaklanmasinin yaninda olmalidir. Bunu yaparken de devrimci olmayan Gruplara (mesela kücük islamci gruplar, ya da milliyetciler) destek saglamamalidirlar.
2011'den beri Arap Devrini desteklemeyen ya da sona erdiğini ve yenildiğini beyan eden "sosyalistler" var. Sosyalistler ve demokratlar yalnızca sözlerle kanıtlıyorlar, ancak bir eylemde bulunmuyorlar.
Devrimciler, bölgesel yöneticiler arasındaki geri savaşa karşılar (örneğin Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, İran, Mısır, Sudan, Etiyopya, vb.). Her savaş için devrimci taktiklerini düzenleyeceklerdir. Bunu yaparken de, savaşın somut doğasını ve politik arka planını ve bunda emperyalist güçlerin rolünü (özellikle ABD, Rusya, Çin'in rolü) analiz etmelidirler.
4) Demokratik haklara yönelik gerici saldırılara karşı devrimci mücadele
Devrimciler, işçi sınıfının ve ezilenlerin çıkarlarına yalnızca, sınıf düşmanlarını tanıması ve ona karşı harekete geçebilmeleri durumunda hizmet edebilir. Bu nedenle tüm gerici diktatörlüklere ve yozlaşmış ve otoriter yalancı demokrasilere (örneğin Suriye, Togo, Kenya, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Zimbabve) karsi ; her tür ulusal ve ırk baskısına karşı (örneğin, Latin Amerika'da yerli halklar, Myanmar'da Rohingya, Libya'da Afrikalı köle); tüm darbelere karşı (ör. Mısır 2013, Tayland 2014, Brezilya 2016); ve tüm otoriter saldırılara (örneğin 2015'ten beri Fransa'da olağanüstü duruma karşı) karşı kararlilikla savasmalidirlar.
Bu gerici saldırıları tanımayan ve bunlarla mücadele etmeyen, ancak onları destekleyen ya da tarafsız bir konumda bulunan herkes, işçi sınıfının hainidir. Onlarla aramızdaki uçurum var!
5) Bütün toplu savaşlarda birleşik ön taktiği kullanma
Devrimciler, devrimci olmayan liderliklerinin bahanesiyle kitlesel mücadelelere katılımı reddeden sekter yaklaşımın her biçimine karşıdırlar. Bunun yerine reformist veya popülist gücler tarafindan yürütülen iscilerin ve calisanlarin savaslardaki birlesik cephe taktigine basvururlar.(Örneğin sendikalar, köylü kitle örgütü ve devlet ordusunun örgütü, ve politik partiler - Brezilyadaki PT, CUT, MST partileri; Arjantindeki CGT, CTA, FIT partileri; Meksikadaki MORENA partisi, Misirdaki islamcilar, Suriyedeki isyankarlar, Günay Afrikadaki EFF, 2015 öncesi Yunanistandaki SYRIZA, Ispanyadaki Bask ve Katalan milliyetcileri gibi politik partiler). Birleşmiş cephe taktiklerini bu türden kitle mücadelelerine uygulamayanlar, somut bir anlam olmadan soyut bir ifadeyle bu mücadelelere verdikleri desteği bırakıyorlar. Isciler ve calisanlar kendilerini bu devrimci olmayan gruplardan kurtarmali ve bagimsiz devrimci bir icsi partisinin yasayabilmesi icin calismali.
6) Şimdi bir Devrimci Dünya Partisi kurmaya başlayın!
Egemen sınıfın gerici saldırısını savunmak için mücadele ve işçi sınıfının ve ezilenlerin kurtarılması ancak sosyalist devrim mücadelesiyle birleştirilirse başarılı olabilir. Bu, işçi sınıfının ve ezilenlerin iktidarın ele geçirilmesinden ve kapitalist sınıfın yıkılmasından ve kamulaştırılmasından sosyalizm yolunu açmak için daha az bir şey ifade eder. Tarih bize, kurtuluşa yönelik tüm kitlesel mücadelelerin, devrimci bir partinin önderlik etmeseydi başarısızlığa mahkûm olacağını öğretir. Böyle bir parti, işçi sınıfının ve ezilenlerin en siyasi olarak bilgili ve savaşa hazır dövüşçülerini örgütlemelidir; bürokratik yolsuzluklardan kurtulmalıdır. Buna ek olarak, uyrukluğun tehlikelerinden kaçınmak için uluslararası bir parti olarak var olması gerekir.
Bu nedenle yeni devrimci dünya partisinin kurulmasina katki saglayan bütün organizasyonlari ve aktivistleri, bu temelde birlesmeye cagiriyoruz. Özellikle, RCIT, devrimcilerin Uluslararası Bir Konferans hazırlamak ve düzenlemek için Ortak Bir İletişim Komitesi oluşturmasını önermektedir. Amaç, bir Dünya Devrimci Partisinin kurulmasını teşvik etmek için somut adımları tartışmaktır. RCIT, ciddi bir tartışmaya ve böyle bir perspektifi paylaşanlarla yakın işbirliği yapmaya kararlıdır.
30 Mart 2018 Cuma
Günümüzde devrimci birligi kurmayi saglayacak 6 önemli Nokta
RCIT'in önerileri (Devrimci-Komünist Uluslararası Eğilim) 6, Subat 2018, www.thecommunists.net
Hızla artan çelişkiler ve ani dönüşler dünyasında yaşıyoruz. Kapitalizm bozulduğunda, kapitalist hırsızlar, işçi sınıfına ve ezilenlere acımasızca saldırarak servetlerini artırmaya ve giderek çevreyi yok etmeye ve mücadelelerini birbirleriyle daha da şiddetlendirmeye çalışıyorlar. Insanlığın hayatta kalması kontrolsüz iklim değişikliği ve bununla birlikte Üçüncü Dünya Savaşı'nın tehlikesini getiren büyük emperyalist güçler arasındaki artan mücadele yüzünden tehdit altında. Bu nedenle alternatifin "sosyalizm ya da taş devri" olduğunu söylüyoruz!
Bu dramatik durum, örgütlü sosyalizm mücadelesini her zamankinden daha gerekli kılmaktadır. Bu, işçi sınıfının ve ezilenlerin, sosyalist bir gelecek için uluslararası mücadeleyi üstlenen bir partiye sahip olması gerektiği anlamına gelir!
Bize göre, ilkel bir anlaşmanın temellerini atmak için dünyanın dört bir yanındaki devrimcilerin derhal birlikte çalışmaya başlamaları zorunludur. Bu, yenilenmiş güçle yeni bir Devrimci Dünya Partisi inşa etme sürecini ileriye götürmemizi sağlayacaktır. Böyle bir partinin kurulusunun baslangic noktasi, sinif savaslari degerlerine mutabik olmalidir. Devrimci Komünist Uluslararası Eğilim (RCIT), şu noktaları mevcut siyasi evrede programlı temel taşlar olarak görüyor:
1) Büyük emperyalist güçler (ABD, AB, Japonya, Rusya ve Çin) arasındaki artan rekabeti tanımak
Ancak o zaman, kapitalist krizin şimdiki döneminin sürüş dinamiklerini anlayabilir ve yalnızca ABD, AB ve Japonya'nın değil, Rusya ve Çin gibi yeni ortaya çıkan güçlerin emperyalist karakterini de göz önüne alarak doğru bir pozisyon alabiliriz. Yanlizca bu temelde, tek bir dogru Programa, yani anti-emperyalist Programa - proleter enternasyonalizm ve devrimci yenilgiye uğrayan tek doğru- varmak mümkündür. Bundan dolayı, işçi sınıfının tüm emperyalist güçlere karşı acımasız bir mücadele perspektifini kastediyoruz. Bu, devrimcilerin "ana düşman kendi ülkelerinde" sloganına göre, emperyalistlerin kendi iclerindeki catismalardan dogan gücü desteklediklemeyi reddettikleri anlamina gelir.
Hindistan bölgesel emperyalist bir güc degildir. Eger Hindistan emperyalist Cin ile anlasmazliga düserse, bu durumda ABD bölgede emperyalist vekil olarak davranir. Iste böyle durumlarda da yukarida gecen benzer yaklasimlar gerekli görülür.
Bu büyük güçlerin gerici ve emperyalist doğasını tanımayanlar, kaçınılmaz olarak anti-emperyalist, yani Marksist çizgiyi anlamakta başarısız olurlar. Bunun sonucu olarak da, bilinçli ya da bilinçsizce bir ya da daha fazla emperyalist gücü "daha az kötülük" olarak destekleyeceklerdir.
2) Emperyalizme ve ezilen halkların kurtuluşuna karşı tutarlı bir mücadele
Ezilen halklari temsil eden devrimciler emperyalist devletleri yenilgiye ugratmayi destekliyorlar.Bu güçlerin askeri zaferini, ezilenlerin devrimci olmayan liderliğini (örneğin, küçük burjuva İslamcıları, milliyetçileri) siyasi olarak desteklemiyoruz. Bu, ulusal çatışmalar (örneğin, Rusya'daki Çeçen halk, Doğu Türkmenler / Uygurlar gibi ezilen bir ulusa karşı) ve yurt dışındaki savaşlar (örneğin Kuzey Kore, Afganistan, Suriye, Mali, Somali) için de geçerlidir. Böyle bir yaklaşım yalnızca Güney ülkeleri için değil, aynı zamanda eski emperyalist devletler içindeki ulusal baskı ve ayrımcılık vakaları için de geçerlidir (örneğin ABD'deki Kara ve Yerli Amerikalılar, Katalonya'nın emperyalist İspanyol devletine karşı bağımsızlık mücadelesi.)
Aynı şekilde, devrimciler, emperyalist ülkelerde açık sınırlar için ve ulusal azınlıkların ve göçmenlerin (örneğin vatandaşlık hakları, dil, eşit ücretler) tam eşitliği için mücadele etmelidir.
Buna ek olarak, devrimciler belirli bir çatışmada bir emperyalist kampı (Brexit / AB, Clinton vs. Trump) desteklemeyi reddettiler.
Ezilenlerin mücadelelerini desteklemeyen, ve bundan dolayi da üzgün olan kesim, sinif mücadelesinden kaciyor. Bu onları işçi sınıfının ve ezilenlerin kampının dışına atar.
3) Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki devrimci mücadelenin gerici diktatörlüklere, emperyalizme ve Siyonizm'e karşı sürdürülmesi
2008 yılında yeni tarihsel dönemin başından itibaren, Filistin, Tunus, İran, Suriye, Mısır, Yemen, Sudan ve diğer ülkelerin halklarının kitlesel ayaklanmalari sinif savasinda en önemli gelismedir. Temmuz 2013'te Mısır'daki el-Sisi darbesi veya Esad ve onun yabancı destekçileri tarafından Suriye halkının devam edegelen katliami gibi, kitlelerin, devrimci liderligin yetersizliginden ötürü, bir dizi yenilgiye ugradigi dogrudur. Fakat devrimci süreç devam ediyor. Bu direnisin Filistin, Suriye, Yemen ve Mısır gibi ülkelerde devam ettigini ve edecegini gösterdigi gibi, Tunus, İran, Sudan ve Fas gibi yeni ülkelere de yayildigini göstermektedir. Trumph'in Israilin baskenti olarak Kudüsü tanimasi karari uluslararasi bir kitle hareketini baslatti. Bu da „Özgür Kirmizi Filistin“ icin yeni bir devrimci sayfa acilmasina yol acti. Bu kavga bir taraftan emperyalist güclere ve siyonist irkci devlete karsi yürütülürken, diger taraftan tek Filistin devletinin kurulmasi icin yürütülüyor. Tunus ve İran'ın kapitalist rejime karşı spontan halk ayaklanması, devrimci dalganın Ortadoğu'da yeniden canlanabileceğini ve hatta Arap olmayan ülkelere de yayılabileceğini gösteriyor. Devrimciler, diktatur rejime ve gerici güclere karsi halk ayaklanmasinin yaninda olmalidir. Bunu yaparken de devrimci olmayan Gruplara (mesela kücük islamci gruplar, ya da milliyetciler) destek saglamamalidirlar.
2011'den beri Arap Devrini desteklemeyen ya da sona erdiğini ve yenildiğini beyan eden "sosyalistler" var. Sosyalistler ve demokratlar yalnızca sözlerle kanıtlıyorlar, ancak bir eylemde bulunmuyorlar.
Devrimciler, bölgesel yöneticiler arasındaki geri savaşa karşılar (örneğin Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, İran, Mısır, Sudan, Etiyopya, vb.). Her savaş için devrimci taktiklerini düzenleyeceklerdir. Bunu yaparken de, savaşın somut doğasını ve politik arka planını ve bunda emperyalist güçlerin rolünü (özellikle ABD, Rusya, Çin'in rolü) analiz etmelidirler.
4) Demokratik haklara yönelik gerici saldırılara karşı devrimci mücadele
Devrimciler, işçi sınıfının ve ezilenlerin çıkarlarına yalnızca, sınıf düşmanlarını tanıması ve ona karşı harekete geçebilmeleri durumunda hizmet edebilir. Bu nedenle tüm gerici diktatörlüklere ve yozlaşmış ve otoriter yalancı demokrasilere (örneğin Suriye, Togo, Kenya, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Zimbabve) karsi ; her tür ulusal ve ırk baskısına karşı (örneğin, Latin Amerika'da yerli halklar, Myanmar'da Rohingya, Libya'da Afrikalı köle); tüm darbelere karşı (ör. Mısır 2013, Tayland 2014, Brezilya 2016); ve tüm otoriter saldırılara (örneğin 2015'ten beri Fransa'da olağanüstü duruma karşı) karşı kararlilikla savasmalidirlar.
Bu gerici saldırıları tanımayan ve bunlarla mücadele etmeyen, ancak onları destekleyen ya da tarafsız bir konumda bulunan herkes, işçi sınıfının hainidir. Onlarla aramızdaki uçurum var!
5) Bütün toplu savaşlarda birleşik ön taktiği kullanma
Devrimciler, devrimci olmayan liderliklerinin bahanesiyle kitlesel mücadelelere katılımı reddeden sekter yaklaşımın her biçimine karşıdırlar. Bunun yerine reformist veya popülist gücler tarafindan yürütülen iscilerin ve calisanlarin savaslardaki birlesik cephe taktigine basvururlar.(Örneğin sendikalar, köylü kitle örgütü ve devlet ordusunun örgütü, ve politik partiler - Brezilyadaki PT, CUT, MST partileri; Arjantindeki CGT, CTA, FIT partileri; Meksikadaki MORENA partisi, Misirdaki islamcilar, Suriyedeki isyankarlar, Günay Afrikadaki EFF, 2015 öncesi Yunanistandaki SYRIZA, Ispanyadaki Bask ve Katalan milliyetcileri gibi politik partiler). Birleşmiş cephe taktiklerini bu türden kitle mücadelelerine uygulamayanlar, somut bir anlam olmadan soyut bir ifadeyle bu mücadelelere verdikleri desteği bırakıyorlar. Isciler ve calisanlar kendilerini bu devrimci olmayan gruplardan kurtarmali ve bagimsiz devrimci bir icsi partisinin yasayabilmesi icin calismali.
6) Şimdi bir Devrimci Dünya Partisi kurmaya başlayın!
Egemen sınıfın gerici saldırısını savunmak için mücadele ve işçi sınıfının ve ezilenlerin kurtarılması ancak sosyalist devrim mücadelesiyle birleştirilirse başarılı olabilir. Bu, işçi sınıfının ve ezilenlerin iktidarın ele geçirilmesinden ve kapitalist sınıfın yıkılmasından ve kamulaştırılmasından sosyalizm yolunu açmak için daha az bir şey ifade eder. Tarih bize, kurtuluşa yönelik tüm kitlesel mücadelelerin, devrimci bir partinin önderlik etmeseydi başarısızlığa mahkûm olacağını öğretir. Böyle bir parti, işçi sınıfının ve ezilenlerin en siyasi olarak bilgili ve savaşa hazır dövüşçülerini örgütlemelidir; bürokratik yolsuzluklardan kurtulmalıdır. Buna ek olarak, uyrukluğun tehlikelerinden kaçınmak için uluslararası bir parti olarak var olması gerekir.
Bu nedenle yeni devrimci dünya partisinin kurulmasina katki saglayan bütün organizasyonlari ve aktivistleri, bu temelde birlesmeye cagiriyoruz. Özellikle, RCIT, devrimcilerin Uluslararası Bir Konferans hazırlamak ve düzenlemek için Ortak Bir İletişim Komitesi oluşturmasını önermektedir. Amaç, bir Dünya Devrimci Partisinin kurulmasını teşvik etmek için somut adımları tartışmaktır. RCIT, ciddi bir tartışmaya ve böyle bir perspektifi paylaşanlarla yakın işbirliği yapmaya kararlıdır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)